Kabul edelim, öbek fiiller (phrasal verbs) öğrencilerin en sevdikleri konulardan biri değil. İngilizcede o kadar çok deyimsel fiil ve bunların o kadar farklı anlamları var ki…
İşte bu yüzden en önemlilerini ezberlemeye başlamak oldukça önemli. Hazır mısınız? Başlayalım!
Bu sayı sizi korkutmasın ama 25 öbek fiil öğrenmek yalnızca yazılı iletişiminizi değil, diyalogları anlama kabiliyetinizi de geliştirecek. Çünkü, ana dili İngilizce olan kişiler bu fiilleri diyalog içinde her zaman kullanır.
Bu fiillerden çoğunun birden fazla anlamı vardır, hepsini ezberlemeyi unutmayın.
- Add up
a- To be added together and equal the expected or correct total.
(Eklenerek beklenen ya da doğru toplama eşit sayıya gelmek.)
Example: “We added up the apples: there were 12”
(“Elmaları topladık; 12 tane vardı.”)
b- To make sense: to seem to be logical or true.
(Anlamlı olmak: mantıklı ya da doğru görünmek.)
Example: “Her story didn’t add up, I think she was lying, it didn’t make sense”
(“Anlattıkları pek tutarlı değildi, bence yalan söylüyordu, bana anlamlı gelmedi.”)
- Blow up
a- To fill (something) with air or gas
(Bir şeyi hava ya da gaz ile doldurmak.)
Example: “Please could you blow up those balloons?”
(“Şu balonları şişirebilir misin?”)
b- To explode or to cause (something, such as a bomb) to explode.
(Patlamak ya da bir şeyin [bomba gibi] patlamasına sebep olmak.)
Example: “The building was blown up by a bomb”
(“Bina bir bomba ile patlatıldı.”)
c- To become very angry.
(Çok sinirlenmek.)
Example: “When I said I couldn’t go to her party, she blew up”
(“Partisine gelemeyeceğimi söylediğimde çok sinirlendi.”)
- Bring up
a- To take care of and teach (a child who is growing up).
(Bir çocuğun bakımını ve eğitimini üstlenmek)
Example: “Their grandparents brought them up because their parents were always travelling”
(“Ebeveynleri sürekli seyahat ettiği için onları büyükanne ve büyükbabaları büyüttü.”)
b- To mention (something) when talking : to start to talk about (something).
(Bir şey hakkında konuşmaya başlamak, bir şeyin konusunu açmak.)
Example: “Don’t bring up the fight again, please!”
(“Lütfen kavga konusunu yine açma!”)
- Call off
a- To stop doing or planning to do (something).
(Bir şeyi yapmaya ya da planlamaya son vermek.)
Example: “Maria called off the wedding, she decided she didn’t love him”
Örnek: “Maria düğününü iptal etti, onu sevmediğine karar vermişti.”
b- To cause or tell (a person or animal) to stop attacking, chasing, etc.
(Bir insanın ya da hayvanın bir şeyi yapmayı bırakmasını istemek ya da söylemek.)
Example: “Call off your dog! He’s attacking my cat”
Örnek: “Köpeğini durdurur musun! Kedime saldırıyor.”
- Carry on
a- To continue to do what you have been doing
(Yapılan işi yapmaya devam etmek)
Example: “Sorry I interrupted, carry on talking!”
Örnek: “Özür dilerim, sözünü kestim. Lütfen devam et.”
b- To behave or speak in an excited or foolish way
(Heyecanlı ya da sersemce davranmak ya da konuşmak)
Example: “The little boy was carrying on: shouting and kicking all day long”
(“Küçük oğlan iyice mızmızlanmıştı; bütün gün tekme savurup bağırıyordu.”)
- Come across
a- To seem to have a particular quality or character : to make a particular impression.
(Belirli bir özelliği ya da karakteri ön planda olmak, belirli bir izlenim bırakmak)
Example: “Julia came across as a bit bossy”
(“Julia patronluk taslayan birine benziyor.” )
b- To be expressed to someone.
(Birine kendini ifade etmek.)
Example: “I tried to sound happy but it came across as over-excited”
(“Mutlu görünmeye çalışıyordum ama beni fazla heyecanlı sandılar.”)
c- To meet or find (something or someone) by chance.
(Tesadüfen biri ya da bir şey ile karşılaşmak.)
Example: “Luis was leaving the fruit shop and he came across Tom, what a coincidence”
(“Ne tesadüf, Luis meyve dükkanından çıkarken Tom ile karşılaştı.”)
- Come up with
a– To get or think of (something that is needed or wanted).
(İstenen ya da beklenen bir şeyi bulmak ya da akıl etmek.)
Example: “We finally came up with a solution to the problem!”
(“Sonunda probleme bir çözüm akıl edebildik.”)
- Fall apart
a- To break into parts in usually a sudden and unexpected way.
(Beklenmedik bir şekilde parçalara ayrılmak.)
Example: “My cake fell apart when I tried to cut it”
(“Pastamı kesmeye çalışırken parçalandı.”)
b- To become unable to live in a normal way because you are experiencing a lot of confusion or emotional pain.
(Kafa karışıklığı ya da duygusal acı ile yaşamını normal olarak idame ettirememe durumu.)
Example: “After the divorce, she fell apart”
(“Boşanmadan sonra hayatı karardı.”)
- Get along
a- To be or remain friendly
(Arkadaş olmak ya da arkadaş kalmak.)
Example: “We’re not together anymore, but we get along great”
(“Artık birlikte değiliz ama aramız çok iyi.”)
b- To make progress while doing something.
(Bir işi yaparken ilerleme kaydetmek.)
Example: “How are you getting along at playing the guitar?”
(“Gitar çalmak nasıl gidiyor? Kendini geliştirebiliyor musun?”)
c- To leave a place
(Bir yerden ayrılmak)
Example: “It was lovely to see you, but my friend has to get along, she has class”
(“Sizleri görmek güzeldi ama arkadaşımın dersi var, ayrılması gerekiyor.”)
d- To become old. (Yaşlanmak.)
Example: “Her grandma is getting along; she’s almost 99”
(”Büyükannesi yaşlanıyor; 99 yaşına basmak üzere.”)
- Get away
a- To go away from a place.
(Bir yerden uzaklaşmak.)
Example: “I cannot wait to get away from the city”
(“Şehirden uzaklaşmak için sabırsızlanıyorum.”)
b- To avoid being caught : to escape
(Yakalanmaktan kurtulmak, kaçmak.)
Example: “The thieves managed to get away in a stolen car”
(“Hırsızlar çalıntı arabayla kaçmayı başardılar.”)
c- To not be criticised or punished for (something).
(Bir şey için cezalandırılmaktan ya da suçlanmaktan kurtulmak, yanına kar kalmak.)
Example: “Yvonne is always lying, I can’t understand how she gets away with it”
(“Yvonne her zaman yalan söylüyor. Bu yalanlar yanına nasıl kar kalıyor anlamıyorum.”)
- Get over
a- To stop being controlled or bothered by something, such as a problem or feeling.
(Bir sorunu ya da bir hissi dert etmeyi ya da bu sorun tarafından kısıtlanmayı aşmak.)
Example: “I got over my fear of flying”
(“Uçak korkumu yenmeyi başardım.” )
b- To stop feeling unhappy about (something).
(Bir şey hakkında üzülmeyi bırakmak, unutmak.)
Example: “Finally, Kylie got over her ex-boyfriend”
(“Kylie sonunda eski erkek arkadaşını unutabildi. )
c- To become healthy again after (an illness).
(Bir hastalık atlatmak.)
Example: “Have you heard? Dave has got over the flu”
(“Duydun mu? Dave nezleyi atlatmış.”)
- Give up
a- To stop an activity or effort : to admit that you cannot do something and stop trying
(Bir şey için çabalamayı bırakmak. Başarılı olamayacağını kabul edip pes etmek.)
Example: “We all gave up smoking on January 1st”
Örnek: “Hepimiz sigara içmeyi 1 Ocak tarihinde bıraktık.”
- Go on
a- To continue.
(Devam etmek.)
Example: “They landed in Paris and then went on to Montpellier”
(“Paris’e inip oradan Montpellier’e devam ettiler.”)
b- To go or travel to a place before another person or group that is with you.
(Birlikte hareket edilen gruptan ayrılarak bir yere gitmek.)
Example: “You go on to the restaurant, I’ll come in 10 minutes”
(“Siz restorana devam edin, ben 10 dakika içinde geleceğim.”)
c- To happen
(Bir şeyin gerçekleşmesi.)
Example: “What’s going on? What’s happening?”
(“Ne oluyor? Neler olup bitiyor?”)
d- Used in speech to urge someone to do something
(Konuşmada birini bir şey yapmaya teşvik etmek.)
Example: “Go on! Try it, it’s delicious”
(“Hadi! Denesene, çok lezzetli.”)
- Hold on
a- To have or keep your hand, arms, etc., tightly around something.
(Ellerini ya da kollarını bir şeyin etrafına sıkıca sarmak, tutunmak.)
Example: “Hold on to the railing, that way you won’t fall”
(“Korkuluğua tutunursan düşmezsin.“)
b- To succeed in keeping a position, condition, etc.
(Bir pozisyonu ya da durumu korumayı başarmak.)
Example: “I will hold on to my job until May”
(“İşimde Mayıs ayına kadar tutunacağım.”)
- Look after –
a- To take care of (someone or something).
(Biri ile ilgilenmek ya da birine bakmak)
Example: “The nurse looked after the patient for months, until he was better”
(“Hemşire hasta iyileşene kadar haftalarca onunla ilgilendi.”)
- Look forward to
a- To expect (something) with pleasure.
(Bir şeyin gerçekleşmesini heyecanla beklemek.)
Example: “William is really looking forward to going on holiday”
(“William tatili iple çekiyor.”)
- Look up
a- Improve.
(İyiye gitmek.)
Example: “The economy is finally looking up”
(“Ekonomi nihayet iyiye gidiyor.”)
b- To search for (something) in a reference book, on the Internet, etc.
(Bir kitapta ya da internette bir şeyi aramak.)
Example: “Let’s look up his number in the yellow pages”
(“Bu numarayı telefon rehberinde arayalım.”)
- Make out –
a- To write down the required information on (something, such as a check).
(Gerekli bir bilgiyi bir dokümanın [çek gibi] üzerine yazmak)
Example: “Who shall I make the check out to?”
(“Çeki kimin adına düzenleyeyim?”)
b- To hear and understand (something) (Bir şeyi duymak ve anlamak)
Example: “I can’t make out what you’re saying, can you speak louder?”
(“Söylediklerinizi anlayamıyorum, biraz daha yüksek sesle konuşur musunuz?”)
c- To kiss and touch for a long time in a sexual way.
(Romantik bir şekilde uzunca dokunmak ve öpüşmek.)
Example: “We made out in the back of his car”
(“Arabasının arkasında seviştik.”)
- Pass out
a- To fall asleep or become unconscious.
(Uyuyakalmak ya da kendinden geçmek)
Example: “Lisa was so tired, she got home and passed out on the sofa”
(“Lisa o kadar yorgundu ki, eve geldi ve kanepenin üzerinde uyuyakaldı.”)
b- to give (something) to several or many people.
(Bir şeyi başkalarına dağıtmak.)
Example: “I passed out leaflets with information on our course”
(“Dersimiz hakkındaki bilgileri içeren broşürü dağıttım.”)
- Pull over
a- To move a vehicle to the side of the road and stop.
(Bir araç ile yolun kenarında durmak.)
Example: “That looks like a lovely restaurant, can you pull the car over and park?”
(“Şurası güzel bir restorana benziyor. Arabayı kenara çekip park eder misin?”)
- Put down
a- To place (someone or something that you have been holding or carrying) on a table, on the floor, etc.
(Bir şeyi taşımayı bırakıp yere ya da bir sehpanın üzerine koymak.)
Example: “You can put the suitcases down in the bedroom”
(“Bavulları yatak odasına koyabilirsin.”)
b- To write (something) : to record (something) in writing
(Bir şeyi yazıya geçirerek kaydetmek.)
Example: “He put down his memories to write a book when he was older”
(“Yaşlandığında bir kitap yazmak için anılarını not ediyordu.”)
c- To give (an amount of money) as a first payment when you are buying something that costs a lot of money
(Pahalı bir şey satın alırken ilk ödeme olarak bir miktar para vermek.)
Example: “My husband and I are going to put down some money to buy that house in the centre of town”
(“Kocam ve ben şehir merkezindeki evi satın almak için bir ön ödeme yapacağız.”)
d- To kill (an animal) in a way that causes it little pain usually because it is injured or sick
(Hasta ya da yaralı bir hayvanı acısız bir şekilde uyutarak öldürmek.)
Example: “Jessica had to have her rabbit put down; it was very sick”
(“Jessica’nın tavşanı çok hastaydı, onu uyutmak zorunda kaldı.”)
- Put off
a- To decide that (something) will happen at a later time : postpone.
(Bir şeyin daha sonra olmasına karar vermek, ertelemek.)
Example: “Graham was so tired he put the shopping off until next week”
Örnek: “Graham o kadar yorgundu ki alışverişi önümüzdeki haftaya erteledi.”
b- To cause (someone) to dislike someone or something
(Birini bir şeyi yapmaktan soğutmak, vazgeçirmek.)
Example: “You’re putting me off my food, stop talking about insects!”
(“Böceklerden bahsetmeyi kes, beni yemeğimden soğutuyorsun.“)
- Put up with
a- To allow (someone or something unpleasant or annoying) to exist or happen.
(Sinir bozucu ya da rahatsız edici bir şeye tahammül etmek.)
Example: “My mother won’t put up with my sisters or I swearing”
(“Annem benim ya da kız kardeşlerimin küfür etmesine tahammül etmez.”)
- Turn up
a- To be found usually unexpectedly.
(Beklenmedik bir şekilde bulunmak)
Example: “Oh! My phone turned up in my bed!”
(“Ah! Telefonum yatağımdan çıktı!”)
b- To arrive at a place
(Bir yere varmak)
Example: “As always, Julian turned up late”
(”Her zamanki gibi, Julian geç geldi.”)
c- To increase the volume, temperature, etc., of something by pressing a button, moving a switch, etc.
(Bir butona basarak ses ya da sıcaklık gibi bir şeyin seviyesini yükseltmek)
Example: “Please turn the music up, I love this song!”
(“Lütfen müziğin sesini açar mısın? Bu şarkıya bayılıyorum.”)
- Watch out
a- To be aware of something dangerous.
(Tehlike bir şeyin farkında olmak.)
Example: “Watch out in the mountain, there are bears there!”
(“Dağda kendine dikkat et, orada ayılar yaşıyor.”)
Eğer öbek fiilleri öğrenmeye devam etmek istiyorsanız hiç vakit kaybetmeyin!