Altyazı severler ile dublaj savunucuları arasında uzun süredir bir tartışma sürüp gitmektedir. Filmleri orijinal dilinde izlemeyi savunanların argümanları eğitimden ziyade sanatsal bütünlüğe ilişkindir.
Bazılarına göre dublaj, doğallığı, dile dair nüansları, lehçe farklılıklarını ve farklı sosyal gruplara ait kişilerin jargon ve ifade biçimlerini kısıtlamaktadır. Öte yandan, bir filmin dublajında da her zaman anlam ve aksan nüanslarını nasıl vereceğini bilen ve yönetmenin seçimlerine sadık kalmayı deneyen uzman bir ekip çalışır.
Peki altyazı için ne demeli? Altyazı tercih eden de çoktur çünkü filmin orijinal metnine sadık kalır ve söylenene dair sentetik bir çeviri sunar. Altyazıda da profesyonellik ve titizlik gerekmektedir: söyleneni hem az sayıda sözcükle çevirmek, hem de oyuncuların aktarmak istedikleri anlamı vermek gerekir. Kuzey Avrupa ülkelerinde bu iş için saniyede 12-13 karakter öngörülür; böylece izleyiciler filmin akıcılığını kaçırmadan altyazıları okumaya vakti olur. Fakat dublaj savunucuları, kısa ve düzgün yapılmış da olsa altyazılar ekranın birçok alanını kapladığından, okumanın izleyicinin dikkatini dağıttığını iddia edebilirler. Ayrıca, altyazı çevirilerinde de kayıp olur çünkü ne kadar titiz ve isabetli olurlarsa olsunlar yine de çeviriden ibarettir.
Altyazı ve dil yatkınlığı
Özetle, iki tarafın da geçerli savları olmakla birlikte, herkes kendine göre bir seçim yapmaktadır. Peki bir de öğretici yönden bakarsak? Bu durumda, bir filmi kendi dilinde izlemek kıyas götürmez zira dilin kendisini ön plana çıkarır, hem kavrayış, hem de kelime dağarcığı açısından. Bazı insanlar kuzey Avrupa ülkelerinin İngilizce bilme konularında üstünlüğünü dillerin benzerliğine yorar. Doğrudur, bu ülkelerin çoğu cermen kökenli dillere sahip olduklarından, İngilizce konusunda belli bir yatkınları olur. Peki Finlandiya’ya ne demeli? Ülkenin resmi dili Fince, Fin-Ugor dil grubuna ait olup, diğer Avrupa ülkelerinde konuşulan dillere en uzak olanıdır. Bununla birlikte, Finlandiya İngilizce dil bilgisi konusunda en üst sıralardadır. Bunu harika eğitim sistemlerine borçlu oldukları kesin ancak filmleri orijinal dillerinde yayınlamanın da önemli bir rol oynadığını yadsıyamayız.
Ve neden İspanya, İtalya, Fransa ve Türkiye gibi ülkeler bu sıralamanın en altlarında yer alır? Bu ülkelerin hepsinde filmler dublaj ile yayınlanır. Bu bir tesadüf müdür?
Sanatsal meselelere dair bir tartışma başlatma amacımızın olmadığını tekrar hatırlatarak şunu söyleyebiliriz ki film izlemek dil öğrenmenin en etkili yollarından biridir. Bununla birlikte, dublajın dil öğrenimine yardımcı olup olmadığını görmek için film isimleri çevirilerine bir atabiliriz.
İngilizce isim vs. Türkçe isim
Türkçe dublajı yapılan filmlerin isimleri bazen orijinalinden tamamen farklı olurlar. Neden? Şu sebeplerden dolayı:
- Filmin adı izleyici için çekici olmalı; birebir çeviri her zaman o kadar çekici olmayabilir.
- Bazı yabancı terimler birebir çevirildiklerinden anlamlarını yitirir Bu nedenle, kültürel ve dile dair bir uyarlama gerekir.
- İzleyicinin dikkatini çekecek bir ses benzerliği yaratmak gerekir.
Orijinal isimlerinden tamamen farklı çevrilmiş 5 filme göz atalım.
“Eternal Sunshine of the Spotless Mind” > “Sil baştan”
Alexander Pope şiirinin bir dizesini kendine isim olarak alan bu film, eski sevgilisini unutmaya çalışan bir adamın hikayesini anlatır. Birebir çevirisi “Lekesiz Zihnin Ebedi Günışığı” olan bu film Türkiye’de filmde olup bitene dair ipucu veren bir şekilde “Sil Baştan” olarak çevrilmiştir.
“Sweet November” > “Kasımda aşk başkadır”
Bu aşk filminin adı “Tatlı Kasım” olarak çevirilebilirdi ancak izleyicinin dikkatini daha fazla çekmek ve filmin romantik yönüne vurgu yapmak adına böyle bir seçim yapılmıştır.
“Wicker Park” > “Hep Seni Aradım”
Bazı isimler izleyicide hiçbir çağrışım yapmaması için seçilebilir, bir yer veya mekân ismi alan filmler buna güzel bir örnektir. Ancak ticari kaygılardan dolayı bu isimler başka ülkelerde kullanılmayabiliyor. Uzun zamandır kayıp olan aşkını yeniden bulduğunu düşünen bir adamın hikayesini anlatan bu filmin çevirisi de bu ticari kaygıdan nasibini almıştır.
“Breakfast at Tiffany’s” > “Çılgınlar Kraliçesi”
Filmin doğru çevirisi “Tiffany’s’de Kahvaltı” olmalıydı, burada Tiffany’s New York Fifth Avenue’de bulunan en meşhur mağazalardan birini temsil eder. Çevirmenler Türk izleyicisinin bunu bilemeyeceğini varsayarak dikkatleri daha çok Audrey Hepburn’ün oynadığı Holly Golightly karakterine çekmek istemiştir.
“Love, Wedding, Marriage” > “İyi Günde Kötü Günde »
“Aşk, Düğün, Evlilik” anlamlarına gelen bu üç kelime doğrudan çevrilebilirdi ancak çevirmenler evlilik temasını koruyup filmde çiftin başlarına gelen engellere de dikkat çekmiş istemiş olmalılar.
Bu tür çeviriler, tıpkı dublajda olduğu gibi filmin mesajına veya yönetmenin amacına ters düşebiliyor.
Neden filmlerle İngilizce öğrenmeli
Şimdi konunun kalbine inelim: neden filmler yardımıyla İngilizce öğrenmeli? Filmleri orijinal dillerinde izlemenin neden iyi bir fikir olduğuna dair birkaç sebep sıralayabiliriz:
- Amerikan argo, Avustralya, İrlanda ve ABD’deki diğer göçmenlerin aksanlarına aşina olabilirsin.
- Yeni kelimeleri daha doğal bir yolla öğrenebilirsin.
- Tüm kelimeleri anlamasan da, olay örgüsünden diyalogların ve şakaların genel anlamını kavrayabilirsin.
- Görüntü ve sözcük bir arada olması öğrenmeyi ve akılda tutmayı kolaylaştırır.
- Altyazıları okumak ve görüntüleri takip etmek hafızada tutmaya yardımcı olur, özellikle de altyazılar İngilizceyse.
Bu sebepten dolayı ABA English’in kendi eğitim yöntemi her ünitenin başında verlien kısa filmlere dayanır. Kısa filmde sunulan sözcüklere ve cümle yapılarını temel alarak, ünitede dil bilgisi konuları, alıştırmalar ve interaktif etkinlikler bulunur. Böylece filmde dinlediğin şeyleri daha rahat öğrenebilirsin. Görsel ve işitsel uyarılar sayesinde, İngilizce öğrenmek daha kolay hale gelir ve kavramları eğitim boyunca hafızada çözer. İngilizce öğrenmek istiyorsanız, neden bizim yöntemimizi bir denemiyorsunuz? Bu dili öğrenmenin sandığınızdan daha kolay olduğunu göreceksiniz.